24 Şubat 2016 Çarşamba

12 ANGRY MEN
1957, Sidney Lumet

ATOMU PARÇALAMAKTAN DAHA ZOR NE OLABİLİR Kİ?
       Yılın en sıcak gününde 12 jüri üyesi, babasını göğsünden bıçaklayarak öldüren 18 yaşındaki bir çocuğun kaderini belirlemek üzere kendilerine ayrılan odaya geçerler. Aslında konuşacak çok fazla birşey yoktur. Mahkemeye sunulan tüm deliller ve tanık ifadeleri sanığın suçlu olduğunu apaçık ortaya koymaktadır. Ama tüm bunlar, Henry Fonda’nın muhteşem performansı ile hayat verdiği 8. Jüri için yeterli değildir. Ve sanık adına verilen 11’e karşı 1 “suçsuz” oyuyla 90 dakikalık hararetli tartışma başlar.
       Bir yargısız infaz öyküsü “12 Kızgın Adam”. Dava başlamadan çok önce sanığın şalteriniindirmeye hazır beyinlerin ekilen şüphe tohumlarıyla bakış açılarının yavaş yavaş nasıl değiştiğine şahit oluyoruz. Çeşitli eğitim programlarında takım çalışması ve beraber çözüm getirme konularında görsel material olarak da kullanılan bu film, finalde kendi yoluna giden 12 farklı karakterin ortak karara gidişlerini gözler önüne seriyor. Tamamına yakını tek bir odada geçen, monolog ağırlıklı bu film, siyah-beyaz film önyargısı  taşıyan çoğu izleyiciyi için bile başından sonuna sürükler nitelikte.
       Birçok özelliği ile film meseleye odaklanmak istercesine sade çizgisini hep koruyor. Öyle ki filmed sadece 2 jürinin ismini öğrenebiliyoruz. Normalde isimleri ile akla kazınan film kahramanları bu filmed karakterleri, replikleri ve önemli sahneleri ile hafızalarımıza yerleşiyor.
      “Bir hiç olmak üzücüdür beyler, insanlar hep aranmak ister, dinlenmek ister, hayatta bir kez de olsa önemli olmak ister” diyen 9. Jürinin tanık adına konuşurken aslında kendini ifade edişi, film boyunca çözümlenen 12 farklı karakterin yaşanan bu olayda kendi yaşantılarından ve beklentilerinden bir parça bulma ve kendini tanımaya çalışma anlarından sadece bir tanesi. Bu süreç her jüri için aynı hızda ilerlemiyor. Bazıları böylesi bir drama yılın eğlencesi gözüyle bakarken, bazıları ise çoğumuzun yaptığı gibi amaçtan saparak mevcut durumu bir çeşit rekabete dönüştürmeye çalışıyor. İnsanların hata yapabilen varlıklar olduğu gerçeğini kabullenmemenin yapılacak en büyük hata olduğunu göremeyen jüri, cinayet işlenirken kullanılan bıçağın eşi benzeri olmayacağını haykırırken, masaya saplanan birebir aynı  görünümde başka bir bıçakla büyük bir şaşkınlık ve telaş içerisine giriyor.
        Çoğunluğa uyma çabası, çemberin dışında kalma korkusu ve burada kendini savunmasız hissetme duygusunun hakim olduğu düşünce örgüsünü kıran o muhteşem hamle 8. Jürinin tartışmanın ortasında kapalı oylama istemesi ile gerçekleştiriliyor. Bu noktadan sonra onu detaylara takılıp kalmakla suçlayan diğer jürilerin düşüncesinin aksine gerçeklerin detaylarda saklı olabileceği ihtimalinin sorgulanmasına son sürat devam ediliyor. Bir grup yetişkin ve oldukça kararlı insanın önyargılarını kırma çabası filmde şu sözlerle ifade ediliyor: “Olayı nereye çekerseniz çekin, önyargı gerçeği hep saklar.”
         Neye inanmak istiyorsak ona mı inanıyoruz, yoksa sorgulamak bizi yoruyor mu? Bakış açımızı değiştirmek bize nelere malolur, bunun hesabını yapmakla meşgul belki de beyinlerimiz. Oysa milyonda bir olasılığın peşine düşmek anlamsız gelse de bu vurdumduymaz ve umursamaz olmaktan daha zararlı bir tutum değil.
          Çocuk gerçekten suçlu mu asla bilemeyeceğiz ama zaten bu filmi digger      filmlerden çok farklı bir noktaya getiren özelliği de zaten bu soruya cevap vermek için çabalamaası.onun istediği belki de sadece bir de şunu düşünmeniz “ya  yargılanan siz olsaydınız?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder